Dünyanın sayılı zenginlerinden Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in çevreci enerji kaynaklarının artırılması ile ilgili bir röportaj sırasında sarf ettiği sözler bir anda gündeme oturdu.
Kapitalistlerin, fosil yakıta alternatif enerji kaynakları yaratma konusunda çok bencil ve yetersiz olduğunu kaydeden Gates’in ‘çarenin devlette olduğunu’ söylemesi sosyalizmi desteklediği şeklinde yorumlanırken basında bu açıklama ‘Çare Sosyalizm!’ olarak verildi.
Elbette antikapitalist gündem Bill Gates’in açıklamasıyla kapanmadı Koç Holding’in yönetim kurulu üyesi Ali Koç G-20 zirvesinde yatığı konuşmada antikapitalist söylemlere damgasını vurdu.
‘Vahşi kapitalizmin’ artık mevcut makul iş kesimini de rahatsız ettiğinin iyi bir örneği. 20 yıl öncesine göre çok farklı bir yerdeyiz.
Küreselleşme görmekten kaçınamayacağımız bir tabloyu hep göz önünde tutuyor.
Gelir ve servet adaletsizliği sürüyor. Bu konunun küresel servetin kabaca yüzde 80’inin, küresel yetişkin nüfusun sadece yüzde 9’unun elinde bulunduğu, 900 milyon kişinin yoksul olduğu bir dünyada hala yeterince tartışılmıyor olması üzücü.
Bu açıdan Ali Koç’un, kabaca 18 milyon yoksulu olan ülkemizde G20 fırsatıyla bu konuyu gündeme taşıması çok olumlu.
Diğer taraftan, iş kesimi sadece konuşarak değil sivil toplum platformlarına destek vererek de çaba göstermeli.”
Ali Koç, Şubat ayında da Antalya’daki “OECD Nitelikli Çıraklık ve İşbaşında Eğitimin Teşviki” konferansında ücretlerin giderek düşmesiyle gelir dağılımındaki adaletsizliği artmasını eleştirerek gündem yaratmıştı.
Sosyal medyada sorunu kavrayamayan çokbilmişlerce ‘maytap’ konusu olsada Ali Koç, bence ne söylediğini bilen biri.
O sistemden bahsediyor, eşitsiz gelişimin ortadan kalması için kapitalizmin ortadan kalkmasının gerekli olduğunu söylüyor. İçine Engels kaçmış olmalı ki Ali Koç aslında kendi cennetinin aleyhinde konuşuyor. Kendisi kapitalist de olsa, teşhis de aklın yolu bir. Zira bu soruna çözüm bulunamazsa gelecekte yapay zekâ sorunuyla işsiz kalan kalan proletarya Meksika ünlü köylü devrimcisi Emiliano Zapata’nın tarihe damga vuran şu sözleri ‘Eğer insanlar için adalet yoksa bırakın devlet içinde huzur olmasın!’ hatırlamakta fayda var.
Hiç kimse merak etmesin, proletaryanın emeğiyle gelişen kapitalizm yapay zekayı keşfetmiş ise proletaryayı tarih sahnesinde sıkılmış bir limon gibi çöpe atabileceğini sanıyorsa aldanıyor. Kapitalistlerde iyi biliyor ki, doğacak kaos kendi düzenini yok etmeye yetecek.
Bu yüzden akıllı kapitalistler çözümü sistemin içinde aramaya çalışıyorlar. Kapitalistlerin içinde kendi cennetinin aleyhine söz söyleyenler hemen hemen hiç yoktur ama dipten gelen uğultulu dalgayı hissedenler bu doğrultuda kafa yorduklarını düşünüyorum.
İnternette rastladığım bir habere göre, ‘Institute of New Economic Thinking isimli kuruluşun başkanı Robert Johnson şöyle diyor.’
“Dünyanın hemen her yerindeki bankacıların Yeni Zelanda gibi yerlerden havaalanları ve çiftlikler satın aldıklarını biliyoruz, çünkü kaçacak yerler arıyorlar… En zengin ülkelerde bile eşitsizlikler çoğalıyor.” (1)
Aktarmaya çalıştığımız alıntılarda hissedilir olan ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan’ insanların sözleri değil, yapay zekâ sayesinde klasik kapitalist sistemin algoritması olan Karl Marks’ın ‘artı değer teorisinden’ kat be kat fazla bir karın elde edilmesi sorunudur asıl sorun.
Yapay zekâ konusundaki bu gelişme aynı zamanda son yüzyılın ciddi gelişmelerinden birisidir. Bu eşitsiz gelişme 18. ve 19.yüzyıl kapitalizminin eşitsiz gelişmesi olsaydı bu kadar üstüne düşmemin gerekliliğini Karl Marks’ın formüle ettiği ‘artı değer teorisi’ cevabını verir derdim ama bu sorun çok farklı. Robotları programlamada harcanan belirli cüzi bir emekle üstelikte insandan daha hızlı robotların istila ettiği fabrikalardaki üretim merkezlerinde, tarih sahnesinde yerini alan proletaryanın yanı sıra 8 saatlik iş mesaisinde üretim araçlarının sahibi olan kapitalistlerin rüyasında göremediği hız ve kalitedeki ürünlerin ucuza mal edilişi eğer bu gidişata bir çözüm bulunmazsa elbette kapitalistler gelecekte proletaryanın mezarını kazacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Elbette her çağın koşulları gelecek çağın koşullarına birebir uyması mümkün değildir mesela burada Karl Marks 19. yy. Kapitalist üretim ilişkilerinde işçilerin üretim ilişkilerindeki artı değer konumlarını incelerken aynı zamanda kimi işçilerin işten atılmasındaki işsizliği söyle tanımlar. ‘‘Belli bir sanayi kolunda, makine vb. aracılığıyla sağlanan üretkenlik artışının emek ve sermaye arasında ortaya çıkardığı kaydırmalar, her zaman, ileriye dönük, olabilirliklerdir.
Başka deyişle, artış, yani sanayiye yeni işçilerin girişi farklı bir biçimde dağıtılır; herhalde, işe girenler; işten atılanların çocuklarıdır, kendileri değil.
Onlar, uzun bir süre kendi eski mesleklerinde bitkisel yaşam sürdürürler, kendi gerekli emek-zamanları, toplumsal bakımdan gerekli-emek zamanından daha fazla olduğu ölçüde, olağanüstü güç koşullarda o mesleği sürdürürler; ya sadaka verenin eline bakan yoksullar haline gelirler ya da daha düşük düzeydeki emeğin çalıştırıldığı sanayi dallarında iş bulurlar.)
(Sadakaya muhtaç hale gelen bir yoksul, tıpkı bir kapitalist (rentier [rantiye] ) gibi ülkenin gelirinden geçinir.
Ürünün üretim maliyetlerine girmez ve sonuçta Mösyö Ganilh, onu, valeur echangeable’ın [değişilebilir değerin] bir temsilcisi sayar.
Tıpkı cezaevinde beslenen bir suçlu gibi…
“Üretken olmayan emekçiler” in geniş bir kısmı, devlet arpalıklarındakiler, vb. onlar yalnızca saygıdeğer yoksullardır.’’ (2)
Her düşünür asıl olarak kendi çağının yakıcı sorunlarına kafa yorar gelecekteki bilim ve teknolojinin ortaya çıkaracağı yapay zekâ teknolojisinin gerekliklerini birebir bilebilmesi mümkün değildir. Ama bu uzun alıntı bize şunu gösteriyor, günümüzde üretken olmayan emekçileri çoğaltan yapay zekanın gelişimi olacaktır. Kapitalistlerin toplu halde yapay zekâ yüzünden işten çıkarılması emekçilerin durumu Karl Marks ve Friedrick Engels döneminden çok farklıdır.
Gerek Engels gerekse Marks bu durumu belki hayal bile edemedi. ‘Tıpkı cezaevinde beslenen bir suçlu gibi’ bir konuma sahip olamadıkları gibi ‘Sadakaya muhtaç hale gelen bir yoksul, tıpkı bir kapitalist (rentier [rantiye]) gibi ülkenin gelirinden geçinememektedirler!’…
Aslında Marks ve Engels farklı açıdan kendi koşullarının realitesini yorumlarken aslında bir gerçeğe parmak basmış oluyor, proletaryayı devre dışı bırakan kapitalistler bu kez kendi istekleriyle ülkenin gelirinden geçinmeleri için proletaryaya yeterli pay vermek zorundadırlar. Sadakaya muhtaç hale getirilen bir yoksul gibi değil, tam tersine artı değer pay hakkı denilen temel gelir yasasıyla çözmek zorundadır. Aksi halde Emiliano Zapata’nın o söylemi bir heyula gibi tepelerinde bir çeşit karabasan olarak dolaşacağını farkına varmış durumdalar.
Birçok Avrupa ülkesinde dillendirilen temel gelir ya da diğer bir adıyla çalışsın çalışmasın herkese vatandaşlık maaşı bağlanmasını dillendirmeleri de tamda işte budur.
Bunu yıllar önce İsviçreliler referanduma bile götürdüler, kraldan daha çok kralcı olan cahil İsviçre halkı vatandaşlık gelirini ret etti.
Doğayı ve insan emeğini yok etmeye çalışan vahşi egoist kapitalistler düşüncelerinde bu türden radikal değişiklik yapma olasılığı aslında kâr amaçlı doğanın kirletilmesinde geldiği evreyi bize gösterir. Kapitalistlerin değişimi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun da ön ayak olduğu Paris İklim Anlaşmasını Avrupa Birliği ve 190 devlet, bu anlaşmayı onaylayarak kapitalistlerin cenahındaki değişimin ayak izlerini görür gibiyiz.
“Şimdi üretimde, bu sınıfların varlığının yalnızca bir zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, üretim için gerçek bir engel olduğu bir gelişme aşamasına hızlı adımlarla yaklaşıyoruz. Bu sınıflar vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte devlette kaçınılmaz bir biçimde yok olur. Üreticilerin özgür ve eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum bütün devlet makinesini bundan böyle kendine layık olan yere bir kenara atacaktır. Asar-ı antika Müzesi’ne çıkrık ve tunç baltanın yanına.” (3) Engels’in bu öngörüsü
Bu gidişata karşı önlem alınmazsa çok yakın bir zamanda emeği tehdit eden, emeği kendi dünyasından tamamen silecek olan ciddi bir gelişimdir bu sorun. Yukarıda bahsettiğimiz gibi emek, devletten sönmesi için öngörülen ‘Asar-ı antika Müzesi’ne çıkrık ve tunç baltanın yanına’ devlet mekanizmasından önce emek ve artı değer daha önce müzelik olacaktır.
Robot teknolojisinde gelişen son derece dinamik 6 eksenli diye tanımlanan robotlar, insan kolu hareketlerini birebir taklit edebilmesinin yanı sıra 0,32 saniye gibi döngü süreleri sayesinde çok yüksek hızlı sistemine ulaşması üretimde verimliliği artırıyor. Robot teknolojisinde gelişen bu durum sayesinde dinamik yapısından dolayı esnek dans figürlerinden tutunda birçok karmaşık hareketleri çok kolayca yapabiliyor.
Gelişmeler sadece bununla bitse iyi robotlar sanayide birçok iş dallarında konuşlandırmaya başlanıldı bile. İleri teknolojiye sahip ülkelerde robotlar olmazsa olmazları durumuna dönüşmüş durumdadır. Robot teknolojisine ciddi bir yatırım yaptıkları gibi, gelişmiş ülkelerde kullanılan robot sayıları ülkenin teknolojisinde vardığı yeri belirler durumdadır.
Aşağıdaki istatistik bilgilerini ‘IFR, Ulusal robot federasyonu’ verilerinden alınan şekil:1 tablosunu incelediğimizde ne söylediğimiz daha net anlaşılacaktır.
Günümüz ve gelecekte ülkelere göre sanayi robot kullanım rakamlarını gösteren tablo. (4)
Her ne kadarda sanayide robot kullanımı 60’lı yıllara rastlamış olsada A.B.D., İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkeler robotlara yönelen ülkelerin başında ilk sırayı almaktadırlar.
Robotlara yönelen tercihi öncelikle söyle sıralayabiliriz ileri kapitalist metropol ülkelerde işçi ücretlerinin yüksekliğinden yakınan burjuvazi robotların girdiği sanayi dallarında neredeyse %90 kâr marjını elde edebilecek verimliliği yüz yüze olduklarını görmüş durumdalar.
İkincisi ise, emekçi nüfusu yeterli düzeyde verimli görmemelerinden kaynaklanmaktadır. Üretim performansının dayattığı iş kollarında işverenlere göre çok sık hastalanan işçiler, sendikal ve sosyal haklar emeği bir çeşit köle olarak gören işverenler robot teknolojisine yönelmeyi hızlandırmıştır.
Mesela, otomotiv denildiğinde ilk akla gelen isim olan Almanya’nın 150.000’e yakın robot sayısıyla tüm Avrupa’daki robotların yarısına sahip olduğunu görmekteyiz.
Buna göre ‘Perşembe’nin gelişi, Çarşamba’dan bellidir’ özdeyişimizi hatırlamadan geçemeyeceğim.
Yapay ”zekâ” ya ilişkin aslında söylenecek çok şey var. Olmalıdır da.
Eğer bu konuda söyleyecek bir şeyimiz yoksa Karl Marks’ı bir dönemin modası bugünün ise iptidası olmuş emek dünyasının artı değerini formüle eden tarihsel bir şahsiyet olarak anmaktan öteye gidemeyecek konuma düşeceğiz.
Yapay zekâ yavaş gözükse hızla ilerliyor sayılır. Yapay zekâ üzerindeki geliştirilme verileri teknolojide kullanım oranına kısacası bu gidişata bir çözüm bulunmazsa daha şimdiden gelecekte birçok toplumsal dengeleri alt üst edeceğinin sinyalini veriyor.
Gelişmelerin seyrini şimdiden insanlığın yararına gibi gözükse de çanların işsiz kalan (kalacak olan) salt emeğin dünyası için acı acı çaldığını görmemek, kulak tıkamak vizyonsuzluğumuzu ortaya kor. Robotların dünyasıyla ortaya çıkan eşitsiz kazanımın refah düzeyi daha bir iyileştirilmesi konusunda ciddi çalışmalar yapılmadığı sürece bunu biz şimdiden geleceğin ciddi bir tehlikesi de diyebiliriz.
Asıl sorun robot teknolojisinin yanı sıra gelişen teknolojinin adaptasyonunu burjuvazinin hizmetine verip vermemekte yatıyor-ki bu teknoloji burjuvazinin hizmetine- çoktan sunulmuş vaziyette. Biz biliyoruz ki, gelişmiş ülkelerde yıllardır denenerek ciddi verimlilik sağlanan otomotiv sanayide robotlar ve robot yazılımları burjuvazinin hizmetine çoktan girmiş bulunuyor. Tabiiki bunun böyle olmasında asıl sermayenin kapitalistlerin elinde olmasından kaynaklanmaktadır. Gelişmeye aday her teknolojiyi ilk etapta ele geçiren maddi gücün sahibi sınıf olma özellikleriyle ilintilidir. Bu durum bilinmelidir ki üretimle ilgisi olmayan asalak ruhlarının öznel niteliğinden hallerinden soyut değildir.
Sermaye ivme olarak kendi ruhunda asalaklığı taşıyor olunca, teknolojik gelişimin asal meyvesini, emeğin meyvesini (hırsız- asalaklığıyla) yediği gibi, teknolojinin gelişiminde de finansal özelliğinden dolayı aynı şekilde ilk elden sahip olabilme öncülüğünü elinde tutacaktır.
Dünya konjonktüründe bu acı tablonun dengesi radikal bir tarzda çok önceden değişmiş olsaydı elbette gerek emeğin evrimi gerekse yapay zekâ konusunda gelişen teknolojinin evrimi, sermayenin yapısal öznesine hizmet değilde, insanlığın refahı açısından ciddi bir gelişimine hizmet sergileyeceğini görebilecektik.
Ama emek hırsızlığının emeği yönettiği kapitalist toplumlarda kaçınılmaz olarak gelişen teknoloji her konuda olduğu gibi, öncelikle kapitalistlerin dünyasına getiri olacaktır.
Otomotiv sanayisinde faaliyet gösteren dünya devleri arasına giren birçok uluslararası pazara sahip olan dev fabrikalarda robot teknolojisinin girmesiyle binlerce on binlerce emekçinin işinden olduğunu biliyoruz.
Bir kapitaliste ait bir robot, hız ve kalite bazında 8 saatte 100 işçinin yaptığını bir saatte yapıyorsa buradaki kâr marjı ve artı değer terminolojisini yeniden gözden geçirmek zorundayız.
Bir kapitalist hasta olup haftalarca rapor alma rizikosu taşıyan işçi üzerinden planladığı üretim girdisini nasıl düşürdüğünü çok iyi bilir. Bu nedenle hasta olma rapor alma şansının sıfır olan akıllı yazılımlar sayesinde bitmek bilmeyen kar hırsı rüyasına bugün kavuşmuş durumdadır.
Kapitalistin yüzyıllık hiç bitmeyen rüyası olan kar hırsı gelecekte daha da bir mükemmelliğin ötesine dönüşeceğinin ipuçları teknolojiyle birlikte bu gün daha iyi bir şekilde belirginleşmiştir.
Marksistler Karl Marks’ın ömrünü verdiği das Kapital de detaylandırdığı artı değeri yapay zekâ biçemlerinde nelerin olduğu, nelerin olabileceğini yorumlayabilecek düşüncelerden çok uzakta oldukları ayrı bir gerçekliktir.
Sırf bu yüzdende üretimdeki dengesiz ciddi bu gelişmeye kulaklarını tıkayıp Karl Mark’ın 18 ve 19.yüzyıl dönemine ait saptamalarla iftara kalkıp oruç tuttuklarını biliyoruz.
Kapitalistler Atı alıp Üsküdar’ı çoktan geçtiğinde gülünçleşen metafor özelliklerini korumada kof bir iddiayla yüz yüze kalacaklardır.
Karl Mark’ın döneminde yapay zekâ bilinmediği gibi robotlarda yoktu.
Karl Marks artı değer formülasyonunu detaylandırırken sadece ve sadece üretim ilişkilerinden yola çıkarak kapitalist toplumda emeğin ve metaların geçirdiği detayları yorumlamıştır Karl Marks.
Karl Marks klasik bazda bir gerçeği ilk defa bilimsel olarak formüle edip detaylı tahlilleriyle adeta bir başyapıt oluşturmuş olsada, kapitalist hırsızların sermaye dünyasında Karl Marks’tan bu yana köprünün altından çok suların aktığını yorumlayamamak Marksizmin takipçileri olan biz Marksistlerin âtıl kaldığı entelektüel geriliğimiz tekrarın tekrarını yapan papağanlaşmadan soyut değildir.
Emeğin üstünde yükselip emeği küçümseyen sermaye yakında emeğe de ihtiyacı kalmayacaktır. Bu durumun ciddiyeti Çarşamba’dan bellidir.
İnternetten kaba bir araştırmayla endüstride robot kullanımının başlıca nedenlerini aşağıdaki satırlarda görülebilirsiniz.
1. İşçilik maliyetini azaltmak,
2. Tehlikeli ve riskli yerlerde çalışanların yerini almak,
3. Daha esnek bir üretim sistemi sağlamak,
4. Daha tutarlı bir kalite kontrol sağlamak,
5. Çıktı miktarını artırmak,
6. Vasıflı işçilik sıkıntısını karşılayabilmek,
7. Üç vardiya boyunca aralıksız çalışma kabiliyeti,
8. İnsana göre daha fazla yük kaldırma kabiliyeti,
9. İnsana göre daha çabuk sonuca ulaşma kabiliyeti,
10. Usandırıcı ve tekrarlı işlerde yeterlilik,
11. Tehlikeli ortamlarda çalışabilme kabiliyeti,
12. İnsan hatalarını elimine etme,
13. Kalite kontrol hatalarını minimuma indirme,
14. Kendini hızla amorti etme,
15. Yüksek hareket esnekliği,
16. Yüksek kar elde edebilmesi.
Bugünkü gelinen aşamada bir işçinin hız ve verimlilik bakımından bir robotla yarışabilmesi mümkün değildir. Robot haddinden çok çok fazla hızlıdır. Yukarıda da bahsettiğim gibi 100 işçinin 8 saatte yaptığı bir işi bir robot, 1 saatten daha az bir sürede yapıyorsa emeğin sahibi yüz binlerce işçinin işsiz kalmaması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu durum kapitalistlerin sahip olduğu teknolojik yeni Trend diyebileceğimiz eşitsiz kar marjının sermayeye ultra diyebileceğimiz bir özellikle akması demektir.
Bu aynı zamanda toplumsal dengelerin alt üst olacağı bir durumdur bu.
Kapitalist oturduğu yerde bu kez emeğin değil yapay zekânın ‘sömürüsünden’ fahiş kar rantıyla yüz yüzedir.
Bu kez kavramlarda değişmek zorundadır zira yapay zekâ sömürüsünden bahsetmemiz ne kadar doğru olacaktır? Belki yazılım süresinde sarf edilen bir süreye sömürü diyebiliriz ama robotun beynine cip kartı olarak giren bir programın 8 saatlik iş saatine denk gelen bir saatlik hünerin mahiyetine ne kadar sömürü adını verebileceğiz ki?
Sömürüde yapısal taşların kökünden söküldüğü bir süreçle yüz yüze olacağız.
Yapay zekâ yüzünden işsiz kalan çalışamayan insanların bileşkesi olan toplumsal açıdan refahın paylaşımı söz konusu bir örgütlenme yaratılması mecburiyettir.
Böyle bir olgu yaratılmadığı sürece insanlar daha bir vasıfsızlaşarak açlığa mahkûm edileceklerdir.
Kapitalist hırsızları insanların açlık sorunu gibi etkenler çok ilgilendirmese de eşitsiz gelişen sermeye birçok coğrafyada yapay dinsel etnik sorunlarla savaşı körükleyip, gelişmiş sanayi ülkelerinden daha çok hızlı yoksullaşan toplum bireylerine dinsel yeni yeni örgütlenmeler sokarak, bu örgütlenmelere silah yardımının yanı sıra, silah satışıyla savaşların körüklemesinde yeni bir strateji uygulamaktadırlar.
Bu bir nevi kazandıkları kâr marjına askıntı olacak problem çıkaracak nüfuz yüzdesinin kırılması diye tabir ettiğimiz nüfuz planlaması olduğunu bilmek zorundayız.
Geçmişte eşitsiz gelişen emperyalist tekeller dünyanın yeniden paylaşılması için yeni Pazar savaşlarına yönelirken dünya savaşının çıkmasından çekinmezken bugün belirli çekinceleri taşımalarının elbette bir nedeni var.
Eğer ki bugün savaşlar global düzeyde seyrediyorsa, III. Dünya savaşı çıkmıyorsa, bilinmelidir ki nükleer bombaların bir tek emperyalist ülkede olmadığındandır. Bu sorun ciddi bir şekilde III. Dünya savaşını engellemektedir. Nükleer kullanılan III. Dünya savaşı insanlığın yok oluşunun savaşı olacağı bilinmektedir. Bilinmelidir ki kazananın olmadığı savaş paylaşım savaşı değildir. Bu yüzden böyle bir savaşı kimse istemez.
Bu yüzden canhıraş yaşanılabilir yeni gezegenlerin araştırılması bu uğurda milyarlarca dolar harcanması boşuna değildir.
Bu kadar ciddi paraların harcanarak yaşanılabilir yeni gezegenlerin araştırılmasını sadece ve sadece insanlığa besledikleri bir aşkla bu harcamaları yapıyor diye yorumluyorsak bu bizi sorunun ne kadar uzağında seyrettiğimizin ne kadar saf ne kadar cahillik belirtisiyle yüz yüze olduğumuzu gösterir.
Peşinen söylemeliyim ki, milyarlarca dolar dökülüyorsa gelecekte edinebilecekleri yeni ufuklara açılmış pazar savaşında elde edebilecekleri üstünlük sorunu için uğraşıldığını bilmek zorundayız.
_Ali Galip Sayılgan_
Dip Notlar
(1) http://gezite.org/zenginlerin-kacis-plani/
(2) Karl Marks Artı Değer Teorileri Cilt1, Sol Yayınları. Sayfa 206
(3) Engels. Ailenin Özel Mülkiyeti ve Devletin Kökeni. Sayfa:179.
(4) Kaynak: IFR, Ulusal robot federasyonu. http://www.ifr.org/industrial-robots/statistics/